Bir ülke kurmak istiyorum gönlümde. Bir ülke olmalı ki; kendi yürekleriyle bile savaşacak kadar cesur savaşçılar yetişmeli içinde. Eskimemiş sözlerle hayata meydan okuyan insanlar... Başkalarının yanlışlarından değil, kendi yanlışlarından ders almayı bilen gençler... Başkalarının cümleleriyle değil, kendi cümleleriyle konuşan bürokratlar olsun isterim ülkemde.
Kendini ararken de, Tanrı’ yı arıyormuş gibi büyük bir gayretle arayan ve hayatın gizlerini çözmeye çalışan alçakgönüllü bilgeler yükseltir beni. Onlar ki; bana yanlış olanı düzeltmekten korkmamak gerektiğini öğretmişlerdir. Çağları ve insanları yargılamaktan ziyade, onları anlamaya çalışan tarihçilerimle zenginleştiririm kendimi. Coğrafyacılarım, memleketin her köşesindeki göllerin, ırmakların sayısını hesaplamaktan çok, suyun berrak ve eşsiz tadına varsınlar isterim. Dağların büyüklüğünden önce, bir dağa çıkmanın hazzına ermelerinin gerekliliğinden bahsederim onlara bir de...
Ülkemi kurarken aşkı da oturtmak isterim insanların yüreklerine. Ve biliyorum ki; gecelerin sessizliği en değerli elçidir onlar için. Bu nedenle, geceleri de hediye ederim sevgililere. Ve aşkın sonrasızlığını da hatırlatırım yüreklerine.
İnançla kurduğum tapınaklarda kuşkuya yer yoktur. Her tapınağı bir insan bilirim. Derler ki; "tanrı bilinir ama görünmez. İnsan görünür ama bilinmezmiş." İnsanı bilmenin öğretisini anlatır öğretmenlerim derslerde. Ve tanrı, zaten herşeyi en ince ayrıntısına kadar bilir.
Yüreklere köprüler kurarım sonra da. Birbirlerini koşulsuz sevebilsinler diye. Tüm yalnızlıklara karşı kurmak isterim köprülerimi. Paylaşmayı da bilsinler diye. İçimde neler olup bittiğini bilmiyor olsam da; sevdiğimiz insanlara "seni seviyorum" diyebilme sorumluluğunu vermiştir hayat bize. Ve bu sorumluluk işte, bir yürekten bir yüreğe köprü olmayı gerektirir belki de... Henüz adı konulmamış duyguların adını bulmak isterim. Durup durup can sıkmak değil elbette niyetim. Ama eski hesaplar kapatılırken, dudaklarda bir tebessüm olabilmek değil mi hayattan beklediğim? Ve bu nedenle ülkem, en çok köprülerle bağlıdır birbirine. Ve bu nedenle, her insan bir köprüdür gönlümde.
Büyük sorunlarla kaygılanmak istemeyenler için ayrı, fırtınalardan sızlananlar için ayrı, insansız yıkıntılar arasında kalıp da farkında olmayanlar için ayrı köprüler inşaa eder askerlerim. Kendini kötü zannedenlere, yaptıkları iyilikleri hatırlatır köprülerim.
Serseri aşıklara özgü anlamsız davranışlarımı, hatalarımdan ders almak için kullanırım. Ama ruhumun feryadı bilgelerimi şaşırtır. İnsani olan duygular, sözcüklere dökülmüyor ve bilgelik gerektiriyor bazen. Bazen, kusursuzluk da tehlikeli olabiliyor aslında. Ve çabayı öldürüyor. Bu yüzden coşku ve cesaret de yürür ardımsıra...
Benliğimin özü yakarken canımı; seni de kurarım ellerimle. Ama sen de vermenin büyüsünü kurarken telaşlanırım. Almak da gerekir çünkü vermenin sırrına ermek için. Ondandır işte; tohum attıktan sonra güzelleşmeyen toprağı cimri zannetmem. Ve sabrı kurarken, direnişi de eklerim yanına. Doğru bildiği değerlerde ısrar eden kişilerle, genişletirim sınırlarımı...
Sevgiyi kurarken acele etmem ben. Çünkü vakit alır onu şekillendirmek. Yanlış anlamlandırmalar da korkutmaz beni. Yanlış da anlasa, doğruyu bulabilir insan çabalayınca... Bilinir ki ;sevdiğin kaybı yakar canımızı en çok da. Bundandır, sevdiklerimin eleştirilerine karşı ince ve sakin olmam. Kırılsam da yorulmuyor olmam bundan.. Ama her özrü bir boncuk bilir ve kolye yapmalarını isterim beni kıranlardan. Ve inanırım ki; telafisi zor olur kırılmaların. Tıpkı kırgınlıkları kolye yapmaya çalışmak kadar...
Henüz kendi yurtlarını kuramamış göçmenlerle şenlenir ülkem. Birden, tüm umudunu kaybetmişken, bir türkü tuttturup; kaygılarını gözden geçiren insanları severim ben en çok da. Gizli bir umut hep olmalıdır çünkü yürekte. Ve bu umut, kendime hükümdar etmiştir beni de...
lal-i handan