12 Nisan 2009

Senin İçin Bir Dilek Tutmak İsterdim,öğretmenim...


O kadar uzun yıllardan kalkıp gelmek zordur şimdi bilirim."Tüm yaşananlar, yaşanmamış gibi sanki." Tavşan kaç, tazı tut" bunu da bilirim. Gönlümün değdiği her gönülde, incinmişliği, yalnızlığı, çaresizliği görüp, süzdüğümde hayat süzgecinden kendimi ; öğrenilenler yorarmış insanı... Bunu da bildim öğretmenim.


Ben nasıl suskunsam; sen her duygunun dilini çözmüş gibi dururdun karşımda. Küçük acıların bilgeliğini taşırmış gibi ışıldayan gözlerde, ders dinlemenin coşkusunu arardın. Ve bilmezdim ben, çamurun sudan, insanın topraktan olduğunu... Hasretin insanı yorduğunu... Acının coğrafyasının da, insanların yüzlerinde saklı olduğunu… Şimdi gözlerimde eski bir hikaye yaşadığım çocukluk. Çöp adamdan yaptığım resimler kadar eski...


Uzun zamandır haber alamadığım aşklar yakarken canımı; şimdi kendimi temize çekmeliyim bilgeliğinde. Tüm çıkarlardan, önyargılardan uzak gelmişsem kapına , sahiplenmeyi öğretmelisin bana. İç hesaplaşmalarımda kaybedersem kendimi , yolumu aydınlatan ışık olmalısın yakınımdaki. Sözlerin, yeni bir ufkun başlangıcı olsun isterim hafızamda. Hayatın sırrını keşfeden bilge olmalısın karşımda ki; yaşadığım her zorlukta çabuk pes etmeyi bilmemeli yüreğim. Sabrı kuşanmış şairler gibi, büyük bir sükutla gezdirmelisin beni şiir bahçelerinde. Ben susmalıyım, sen anlatmalısın yalnızlığın kaç bucak olduğunu... Hüznün , acılar başkenti olduğunu senden duymalı kulaklarım ilk defa. Eğer bir gün fark etmeden, istemeden seni kırarsam; gençliğime ve cahilliğime vermelisin yaptığım hataları. Varlığının ruhumu titrettiği bir sultansan karşımda; affedilmenin büyüsünü de yaşatmalısın bana. Yanlışlarında özür dilemeyi de bilmelisin gerektiği zamanlarda... Elimi tutmalısın öğretmenim. Ve bırakmamalısın bir daha. Ben bıraksam da sen bırakmamalısın. Asla…


Kimselerden duymadığın sözleri benden duyduysan ilk defa; kimselerin yazmadığı yazılarda anlatmalıyım seni. Sesi varla yok arası hüzne bulanmış bir Şeyda olmalıyım karşında. Söylemek isteyip söyleyemediklerimi arı-duru sularda yıkayıp, büyük bir ciddiyetle bırakmalıyım kapına. En çok da canımı sıkan takıntılarımla gelmeliyim sana. Kabul etmeyi bilmeliyim, değiştiremeyeceklerimi… Ve bu kadar sabırsız olmamalıyım belki.. Sahi, kırk dokuz yıl çok uzun değil mi öğretmenim? Hüznüm olmasaydı eğer; sana mütebessim bir çehre de ben sunardım, o uzun yıllardan sonra.


Şimdi , kendinden emin olmayan cümlelerle sığınırken hayata; bir kasım daha geçiyor gönül takvimimde. Sana verebilecek güzel bir hediyem olsun isterdim. Senin için bir dilek tutmak isterdim ; biliyor musun öğretmenim? Uzaklardan, dünyanın bir ucundan verebileceğim güzel bir dilek olsun isterdim sana. Eğer yapabilseydim… Hep olmayacaklarımı istiyor insan öğretmenim?


09.11.2008


lal-i handan

8 Nisan 2009

Kendime Hükümdardım.


Bir ülke kurmak istiyorum gönlümde. Bir ülke olmalı ki; kendi yürekleriyle bile savaşacak kadar cesur savaşçılar yetişmeli içinde. Eskimemiş sözlerle hayata meydan okuyan insanlar... Başkalarının yanlışlarından değil, kendi yanlışlarından ders almayı bilen gençler... Başkalarının cümleleriyle değil, kendi cümleleriyle konuşan bürokratlar olsun isterim ülkemde.


Kendini ararken de, Tanrı’ yı arıyormuş gibi büyük bir gayretle arayan ve hayatın gizlerini çözmeye çalışan alçakgönüllü bilgeler yükseltir beni. Onlar ki; bana yanlış olanı düzeltmekten korkmamak gerektiğini öğretmişlerdir. Çağları ve insanları yargılamaktan ziyade, onları anlamaya çalışan tarihçilerimle zenginleştiririm kendimi. Coğrafyacılarım, memleketin her köşesindeki göllerin, ırmakların sayısını hesaplamaktan çok, suyun berrak ve eşsiz tadına varsınlar isterim. Dağların büyüklüğünden önce, bir dağa çıkmanın hazzına ermelerinin gerekliliğinden bahsederim onlara bir de...


Ülkemi kurarken aşkı da oturtmak isterim insanların yüreklerine. Ve biliyorum ki; gecelerin sessizliği en değerli elçidir onlar için. Bu nedenle, geceleri de hediye ederim sevgililere. Ve aşkın sonrasızlığını da hatırlatırım yüreklerine.


İnançla kurduğum tapınaklarda kuşkuya yer yoktur. Her tapınağı bir insan bilirim. Derler ki; "tanrı bilinir ama görünmez. İnsan görünür ama bilinmezmiş." İnsanı bilmenin öğretisini anlatır öğretmenlerim derslerde. Ve tanrı, zaten herşeyi en ince ayrıntısına kadar bilir.


Yüreklere köprüler kurarım sonra da. Birbirlerini koşulsuz sevebilsinler diye. Tüm yalnızlıklara karşı kurmak isterim köprülerimi. Paylaşmayı da bilsinler diye. İçimde neler olup bittiğini bilmiyor olsam da; sevdiğimiz insanlara "seni seviyorum" diyebilme sorumluluğunu vermiştir hayat bize. Ve bu sorumluluk işte, bir yürekten bir yüreğe köprü olmayı gerektirir belki de... Henüz adı konulmamış duyguların adını bulmak isterim. Durup durup can sıkmak değil elbette niyetim. Ama eski hesaplar kapatılırken, dudaklarda bir tebessüm olabilmek değil mi hayattan beklediğim? Ve bu nedenle ülkem, en çok köprülerle bağlıdır birbirine. Ve bu nedenle, her insan bir köprüdür gönlümde.


Büyük sorunlarla kaygılanmak istemeyenler için ayrı, fırtınalardan sızlananlar için ayrı, insansız yıkıntılar arasında kalıp da farkında olmayanlar için ayrı köprüler inşaa eder askerlerim. Kendini kötü zannedenlere, yaptıkları iyilikleri hatırlatır köprülerim.


Serseri aşıklara özgü anlamsız davranışlarımı, hatalarımdan ders almak için kullanırım. Ama ruhumun feryadı bilgelerimi şaşırtır. İnsani olan duygular, sözcüklere dökülmüyor ve bilgelik gerektiriyor bazen. Bazen, kusursuzluk da tehlikeli olabiliyor aslında. Ve çabayı öldürüyor. Bu yüzden coşku ve cesaret de yürür ardımsıra...


Benliğimin özü yakarken canımı; seni de kurarım ellerimle. Ama sen de vermenin büyüsünü kurarken telaşlanırım. Almak da gerekir çünkü vermenin sırrına ermek için. Ondandır işte; tohum attıktan sonra güzelleşmeyen toprağı cimri zannetmem. Ve sabrı kurarken, direnişi de eklerim yanına. Doğru bildiği değerlerde ısrar eden kişilerle, genişletirim sınırlarımı...


Sevgiyi kurarken acele etmem ben. Çünkü vakit alır onu şekillendirmek. Yanlış anlamlandırmalar da korkutmaz beni. Yanlış da anlasa, doğruyu bulabilir insan çabalayınca... Bilinir ki ;sevdiğin kaybı yakar canımızı en çok da. Bundandır, sevdiklerimin eleştirilerine karşı ince ve sakin olmam. Kırılsam da yorulmuyor olmam bundan.. Ama her özrü bir boncuk bilir ve kolye yapmalarını isterim beni kıranlardan. Ve inanırım ki; telafisi zor olur kırılmaların. Tıpkı kırgınlıkları kolye yapmaya çalışmak kadar...


Henüz kendi yurtlarını kuramamış göçmenlerle şenlenir ülkem. Birden, tüm umudunu kaybetmişken, bir türkü tuttturup; kaygılarını gözden geçiren insanları severim ben en çok da. Gizli bir umut hep olmalıdır çünkü yürekte. Ve bu umut, kendime hükümdar etmiştir beni de...


lal-i handan

Şeyda Mektupları- 1


Seni unutmayı deniyorum dedim ya şimdilerde. Unutmanın en ağırı da ; sanırım unutamadan unutmaya çalışmakmış. Bunu da kazandığı hayat tecrübeleriyle anlıyor insan. Unutmanın da bir sabır, "içli bir marş" olduğunu anlıyor. Altı üstü hayat işte, yaşanıyor da saklamaya çalışmak bir yarayı. Kanatmaya çalışmadan, iyileşmesini beklemek çok zor.


Şimdilerde iflah olmaz ah' larda kaybediyorum kendimi. Başarısızlıklarım incitmiyor beni eskisi kadar. "Düşmüşsem kalkmak için, sevmişsem kavuşmak için" diyebiliyorum herşeye. Yada böyle inandırmaya çalışıyorum herkesi. Sonra pişmanlıklarımın da yersiz olduğunu düşünüp; tekrar sığınıyorum hayata. Hayatın sahibine. Senin de benden istediğin gibi. Bir şeyda hüznüyle...


" Bir hayatı mahvettin" diyen sesin varken kulaklarımda, unutmaya çalışmak zor tabiiki. Senin de unutamadığın gibi. İşte bunun için -belki- sen daha iyi anlarsın beni. Yazdıkça büyüyorsun içimde. Ve zorlaşıyor sensizlik. Çalan telefon sesi beste oluyor, kapı tıkırtısı uzun zamandır dinlemeyi istediğim bir senfoni. Benim için yazdığın dizeleri yüreğimde taşımayı öğrendiğimden beri, Şeyda zaten bir deli...


İçimin araf yanı, Al aklını parmaklarının arasına da, dök beni yine şiirlere. "Hüzün, yakıcı bir yalnızlıktır" derdin ya; yak da bitsin o zaman bu işkence...


lal-i handan

Teşekkür Ederim Muhammed İbn-i Abdullah. Herşey İçin...


Yalnızlığımı sana bırakmak istemiştim sözlerimin başında. Bu yalnızlık ki;kutlu yürüyüşün sonunda,mucize olarak adlandırıyordu zaferimizi. Öyle ki;sırtına yüklendiğin o ağır yüklerden zorlandığın anlarda,”yükümü hafiflet” diyerek dualar ediyor,ak saçlarıyla ak bir adam taaa yıllar öncesinden muştular sunuyordu sana ümmet olacak insanlara .Ve Allah buyuruyordu “biz senin yükünü hafifletmedik mi,üzerinden ağırlığı kaldırmadık mı?”Biliyordum ki; seni seviyorduk.


Gözyaşlarımı bırakmalıydım sonra da. Gecenin sabaha yakın olduğu vakitlerde günahkar ellerimizi açarak hıçkırıklar arasında tevbe ettiğimiz ve defalarca pişmanlığı yaşadığımızda, Sen'in o yumuşak sesinle;Allah’ım bilmiyorlardı.Bilseler yapmazlardı” diyebilmen için . Sıladaki oğlunu bekleyen yaşlı bir annenin Hakk’a yalvarışı gibi, ellerimiz senin için açıldı. Şimdi bize en çok yakışan ağlamaktır ,biliyoruz. Avuçarımıza dökülen gözyaşlarımız tevbe kapılarının açılması için yeterli mi acaba?


Bir de hüznü bırakmalıydım sana. Gülsen de makberde açan güller kadar mahsundun. Kutlu Dağ'ı tırmandıktan sonra içtiğin zemzem kadar berrak. Çocukluk resimlerinde kalmış arkadaşlar kadar eski. Hüzün peygamberiydin çünkü. Hüznü sevişimiz bundandı belki de. Biz duyamadık "güneşi sol, ayı sağ elime verseler davamdan dönmem dediğini.” Göremedik ölümden korkan Ebu Zer’i “Korkma Ebu Zer yazı yazıldı, kalem kırıldı” diyerek teselli ettiğini. Tüm bunlar imtihanın birer sırrı olsa gerekti. Dualarımıza ve gece vakti kalkıp kıldığımız namazlara sarılabilmeliydik. Ve Eyüp Peygamber’in sabrı gibi sabırları kendimizde bulabilmeliydik.


Ve son olarak ,sana yüreğimi bırakmak isterdim. Bize onura ve şerefe nasıl sahip çıkılacağını öğrettiğin için. Bize merhameti,umudu,tevezuyu öğrettiğin için. Bize aşkı ve sabrı öğrettiğin için. Bize Allah’ı anlattığın için. Teşekkür ederim Muhammet İbni Abdullah,herşey için...


lal-i handan

Gözlerinde/kin/i Gördüm Rakkase!


"Ateş genişler ve alev kesilir Rakkase."


Dilimdeki çekingenliği de anlar mı bakışların? Öyle bakma diyorum sana. Dalgınım... Ürkek zamanların hırçın çocukluğunu taşıyor yüreğim. Yenilgileri kabul etmeden... Henüz taze yaralar saklıyorum içimde. Savur beni Rakkase. Dansına kat düşüncelerimi. Saçlarım düşsün yüzüne. Bir de hüzünlerden bahset / me!


Mülteci gülümsemeler yapıştırma gözlerine n' olur. Bakışlarında kayboluyorum. Bir soğuk su içimi serinlik mi gözlerin? Sana bakarken hayatımı kolaylaştıran... Bu sevgi mi, bencillik mi? Tam da adını bilmediğim... Beni kendime bırakma Rakkase! Senden payıma kalan, tükettiğim zamanlar olmasın.


Sana seslenip durdum her sukutumda. Farkımda mıydın? Merhamet... Merhamet... Merhamet et Rakkase! Uzaklar düştü yüreğime. Göğsümün boşluğuna hapsettiğim ismin, hala dilimde... Acılar da gül eylenmiyor ki Rakkase! Hani yapabileceklerini de bilir ya insan. Ve biraz da gözü korkar ya kendinden... Dar zamanlara büyük acılar sığdırabilecek kadar sağlam bir kalbim var benim. Ha koptu, ha kopacak dediğim bir gerginlik nöbetinin içinde bulsam da kendimi. Bağışla Rakkase! Ben senden kaçmayı da denedim...


Gelmek denilen yolun uzunluğunda yorulurken ayaklarım; her günüm bir savaş şimdi...


Kendi cehennemimden bahsedip, yanmıyor olmam sana tezat gelmesin Rakkase. Hem nereden biliyorsun yanmadığımı? Nereden biliyorsun tezatlıklarımla seni kandırmadığımı? Ben kendimi iyi saklarım Rakkase. Kutsal kitaplar gibi. Süslü cümleler kurar, süslü şehirlerden geçerim. Hüzünlü bir şarkının sende bıraktığı ilham olmak isterim. Uzak sazlıklarda gizlenen ve ney olmak isteyen bir kamışın dilini (ben) bilirim. Duygularım mı? sorma! Ben onları dağınık severim.


Bir insanı sırlarıyla yaralamak hiç hoş değil, demiştim sana. Hatırla/sana.. Şimdi acılarımı mı tazelemek istiyorsun, kaçışlarınla? Tamam, kanattın işte. Ekle üstüne vazgeçişleri de olsun bitsin... Gözlerinde/kin/i gördüm Rakkase. Arınmış yağmurlara gökkuşağı yaptığım sevdam, kalır nasılsa sonraya...


Vakti miydi ziyankar cümleler kurmanın? Umudu da hayata katmanın serüvenlerindeyken ben. Tut ki; yakamozlu bir gecede yıldızlar yorulsa... Deniz kulağıma fısıldasa şikayetleri... Dertleri dillendirmekten yoruldum artık. Bir umut olmak çok mu zor şimdi?


Bir şairin katlettiği şiirsin sen Rakkase! Çığırtkan bir mevsimden arta kalandan başka bir şey değilsin. Görkemli bir aldatış, inadına aldanış ve uluorta bir günahtan başka bir şey değilsin. Kinle dolmuş bir yüreksin Rakkase! Bu yüzden hiç bir yük ağır gelmez sana; senin kadar...


Muhabbetini kalbime nakış nakış işleyen, onu oradan silmeyi de bilir nasılsa... Ama kimse bilmez Rakkase! Kimse bilmez! İçimde seher vakitleri kadar değerliydi ah'ın...

Ne duruyorsun. Dize getirdin sözlerimi. Artık uzun uzun sus(a) yaz beni...


lal-i handan



7 Nisan 2009

Adın Bir "Hoşçakal" Oldu Dudaklarımda...


Seviyorum dediğim küçük kıpırtılarmış, aşk zannettiğim. Ben aslında seni değil; o kıpırtılarla yaşamayı çok sevdim. "Güzeldi tanrım, tıpkı diğerleri gibi" dedim ve yoluma devam ettim sen' li zamanların kıvrımlarında.


Asi gecelerin sabrını biriktirdim de lal oldum. Gün oldu düştüm kalbine de aşk oldum. Suskularımın bile sus-pus olduğu derin okyanuslara saldım gözyaşlarımı. O sularda vaftiz olan acılarımla söyledim şarkılarımı...


Yaptığım tercihlerdeki aldanışlarımdı, ağzımda kekremsi tat bırakan burukluk. Sevmelerinin farkına vardığımda anlamıştım, sonu yoktu hatalarımın. Ötesi- berisi de yoktu ki aşkın. Kendi yaralarıma bile bastıramadığım tuz gibiydin içimde. Yanlışlarımdan ders alamıyor ve tekrarlar yapıyordum seninle. Hani bilirsin işte "ilk düğme yanlış iliklenirse, diğerleri de yanlış olur." Böyle birşeydi yaşadıklarımda...


Bilinmezlik denizindeki kayboluşlarımdan, hem mutluluk duyuyor, hem de bir an önce sıyrılmak istiyordum aslında.


Kendime saplanmış bir bıçaktım. Ki ; yaralarım onulmazdı... Eskiden olsa üzerime düşen yağmurlardan neşeli bir gökkuşağı çıkarabilirdim oysa...


Şimdi çatık kaşlarıma mühürlüyordum renkleri. Ve en sevdiğim renkti gri. Hiçbir şey hayalin kadar saf değildi. Hatta sen bile... Bunu da biliyordum da; ne kadar kendim olabilirdim kaçışlarımda... Dikiş tutturabilir miydim sensizliğimle... Kabuk altında kanayan yaralarım olur muydu benim de... Bunların sağlamasını yapıyordum kendi içimde....


Ve gidiyordum, hayra bile yoramadan kendimi... Gidiyordum, ardımda bir sürü belki' ler bırakarak sessizce... Arkamdan bakakaldın sadece. Belki susturmaya çalıştın yüreğindeki acıyı... Belki uzun bir süre seyrettin adımlarımı... Giderken gözlerime çivilenen bakışlarından korktum en çok da... Yüreğinden sessizce giderken, ağlıyordum bilesin...


Sakın! dar vakitlerde giyindiğin hıçkırıkları da alıp yanına, vicdan azabı olarak çıkma karşıma...



Adın bir "hoşçakal" oldu dudaklarımda...


lal-i handan


Varlığımızı Düşünmek


‘İnsanların düşüncelerinin çoğu dinler ve yasa gibi eskiden beri süregelen inanışlara dayanır.Herkesin konuştuğu gibi konuşmayı öğreniriz.Herkesin düşündüğü gibi düşünmeyi de tanıtma örgüsüyle birlikte benimseriz.İçimize yerleşen bu örgüyü artık sarsamayız. Doğruluğundan kuşku duymayız’ diyor Montaine ‘denemeler isimli şaheserinde.


Oysa, tanrının ilk insanı yaratmasından günümüze kadar yeryüzünde çeşitli görüşler öne sürülmüş,çeşitli görüşler çürütülmüştür.Her öğrendiğimiz düşünce sürecinde;bir adım daha atmışızdır sonsuzluğun ilahi zenginliğine.Ve etrafımızdaki sınırları, biraz daha güçlendirmişizdir düşüncelerimizle.Yeni şeyler düşünür,yeni diller öğreniriz.Yeni yerler gezeriz.Yeni kapılar çalarız.Yeni sular içeriz yeni çeşmelerden. “Oysa yaptığımız hiçbirşey yeni değildir.Yeniden yaparız sadece”.Her seferinde yeni bir şeyi yeniden düşünür,bir eskinin yanılgısından pişmanlık duyarız defalarca...

İnsansak ve yaşam adı verilmiş ortak kaygının çocuklarıysak;münakaşa tuzağına düşmeden,sağlıklı kararlar verebilmek adına,kendimizi ve hayatı bilmek adına düşünmeye ihtiyacımız var.İnsan olmak ve yaşamak fiilinin ne anlama geldiğini,nerede ve nasıl yaşadığımızı,hayatta olmamızın ne anlam ifade ettiğini düşünmeliyiz.Bunu kendi gerçeğimizi bulmak adına bir çaba kabul etmeliyiz,hayata bir ırmak gibi yeniden akabilmek için...Biliyorum ki;eski çağlardan günümüze kadar yaşamış tüm bilge insanlar,çok güzel cümlelerle selamladılar hayatı.Sadece bu sözleri kullanarak da inandırıcı olabilir çevremizdekiler.Kendilerini son derece iyi ifade edebilirler bizlere.İnce eleyip sık dokumak,aldanmamak için düşünmeli insan.


Gerçek olan şu ki;hayata karşı aldığımız tavır çok önemli.Tüm bunlar bizi biz yapan temel belirleyiciler.Aklı ve kalbi beraber kullanmak gerekiyor "düşünüyorum" diyebilmek için.Ve son olarak düşünmek; uzun soluklu bir hayret gerektiriyor.Bütün gücümüzle ve yüreğimizle düşündüklerimizin arkasında olma çabamızın devam etmesi dileğimle…


lal-i handan

6 Nisan 2009

Yemin olsun ki; bitmedi...


İçimde biriktirdiğim ve gün geçtikçe çoğaldığını hissettiğim bir özlemdin sen. Herkesten sakladığım bir sır,derinlere gömdüğüm hüznümdün.Uyudukça bitmesin istediğim, en güzel rüyaydın sanki.Ne kadar korksam da; çıkmakta zorlandığım Sis Dağı’nın en zirvesiydin gönlümdeki.Velhasıl benimdin, benleydin. Yada öyle sandığım…


Yitip gitmemeliydi düşlerim.Meydan okuyabilmeliydim gidişlerine.Küsmelerin beni bana bu kadar yabancılaştırmamalıydı.Yeniden deneyebilmeliydik belki.Yeniden denemeyi bilmeliydik ya da.Varsın olsundu öfkelerin.Susuşların varsın olsundu.Günler boyu kalemim,kendimi sana anlatamamanın derdiyle can çekişti durdu.Bunu da istemezdim biliyor musun?Konuşamasam da anlamalıydın beni.Yaşadıkça paylaşılıyormuş,insan şimdi anlıyor.Ağlamaların ve susuşların şimdi daha bir anlam kazanıyor,hafızamın harmanında.


Hani bir de göz gezdirişlerin olurdu yaa.En çok da onu özlüyorum aslında.Sonra birden gözlerini kaçırışların.Oturduğun masadan kalkmadan gitmelerin olurdu bazen.Hiç bilemezdim nerede olduğunu.O an, aklının ve kalbinin kimde olduğunu.Vardın ve o masadaydın işte.Ama hepsi buydu.


Salıveriyorum şimdi kanatlarını allı pullu boyadığım güvercinleri.Varsın lal-i handan desinler.Kimselere söylemeyeceğim ismini.Bir giz olacaksın içimdeki.Hala rastlıyor olsam da sana,unutacağım cümlelerimi ve her şeyi…Ahh sevdiğim!Hep ben bildiğim,hep beklediğim.Gözlerimde biriken yaşlara yemin olsun ki;bitmedi…


lal- i handan