28 Temmuz 2009

Can Yitiği


Biraz daha çabaladıktan sonra vicdan muhasebesinden sınıfımı geçmeyi düşündüğüm bir zamandı. Gerçi vicdanım hiç doğmamış gibi rahattı. Ama bedenlerimizi temiz, kalplerimizi bozulmamış olarak koruyabilmek neredeyse imkansızdı. Coşkunun benliğime geri dönmesini istiyordum. Ve aşk üzerine kullanılabilecek bütün mecazları üstüme alınabilecek kadar cesurdum. Kalbim kadar canlı, kalbim kadar açıktım her şeye. Ellerimi tutacak adı umut olan bir varoluş arıyor olmalıydım belki de. Bütün anlamını kaybeden değerler gibi, anlamını yitirmiş sorularla boğuşup duruyordum. İçimdeki ruh savaşını dengeleyecek bir neden olmalıydı. Sessizlikten aldığım tat kadar lezzetli ve naif olmalıydı. Tüm bilgeler gibi suskuyu mesken tutmuş gönlümde; nokta atışı bir gerçeklikti arzuladığım. Yaşamdaki hayal kırıklıklarından saklanılabilecek tek yer kendi gerçekliğimiz değil miydi sonuçta?Dudağımdaki tebessüm provalarıyla özentisiz aşklar biçiyordum; hasret kumaşından. Yaşamın olgunlaştıramadığı hayallerimle savrulup duruyordum ordan oraya. Ama bir o kadar ağırbaşlı, bir o kadar umursamaz davranıyordum herkese. Bir andı, bir ışıktı, bir heyecandı. Bir lügat yanılmasıydı ki; bütün heceleri aşktı.Yanlışlıkla düştüğü yanlış bir kentte, bütün yüzler gibi sıradan bir yüzdü. Sözcüklerle anlatılamayacak kadar masum, vakur, esrikti .Bulunduğu şehre ait değilmiş gibiydi. Belki de, gerçekliğini kaybetmiş bir şehrin tek gerçeğiydi… Ayrıldım… Yaşaması için tuzaklar kurar durumda bıraktım şehri ona. Bir de benim de daha önceleri oynadığım sahte ve eski oyuncakları. Kendim için büyüdüğüm bir şehri bıraktım. Ve anlamayı reddettim bütün anlattıklarını… Yitirmiş ve yitirilmiş olmanın verdiği hazzı yaşadım bir süre. Gözlerimde boğarken gözyaşlarımı; sol yanımda taşıdığım kangren bir kalple ayrıldım… Bir ismi kaldı aklımda. Bir de bakışlarındaki yazgı. O bana yasaklı, ben onda saklı. Bir unutuş cümlesinin baş harfiydi ismi. Şimdi gül fırtınası gönlümde; bir can yitiği…


lal-i handan